Emanet
Aslında çok geniş bir boyutta ele alınması gereken, çok önemli bir konuyu hem yaz olması, hem sonbaharın da sıcak geçmesi ihtimali açısından, bu günlerde sağlığımızın korunması için yapılması gerekenler çerçevesinde ele aldım. Emanet anlayışı ile değerlendirme yapmaya çalıştım.   
          Türk Dil Kurumu Sözlüğünde ‘’birine geçici olarak bırakılan ve teslim alınan kişice korunması gereken eşya, kimse vb. inam, vedia’’ olarak ifade edilmiştir emanet.
          Çoğunlukla eşya ya da kişi olarak algılansa da, öncelikle Yüce Allah’ın emir ve yasakları, mükellefiyetlerimiz, bu can ve bu beden en büyük emanettir. Emanet kültürü bizim toplumumuzda çok önemlidir. Emanete sahip olamayana, ihanet etti denilir. Her insan öncelikle maddi ve manevi hayatını bu çerçevede korumalı, vazifesini emredildiği gibi dosdoğru yapıp, bu fani dünyadan asıl vatanına göç eylemelidir.
          Bakıyorum da sonucu belli olmuş, sona ermiş, aslında hiç de önemli olmayan bir maçın yorumunu değişik yazarların yazılarından okumak için iki üç gazete alan, arkadaş ortamında günlerce değerlendirme yapan bir insan; neden kendi sağlığı, çevre sağlığı ve manevi sağlığı konusunda bir kitap alıp okumaz? Sağlığını korumak için ne yapması lazım, sağlığını bozan etkenler nedir? Diye merak etmez. Nerede zararlı, faydası az, haram-helal fark etmez, bulur yer. Böyle davranması, emanete hıyanet değil midir? 
          Öyleyse emanet olan bu vücudumuzu bu yaz günlerinde korumak, zarar vermemek için nelere dikkat etmeliyiz?
          Tatil Anlayışımız:
          Özellikle sıcak yaz günlerinde serinlemek ve tatil yapmak için kendimize göre değişik yöntemlerimiz var, en tercih edileni, denize gitmek, güneşte bronzlaşmak. Güneşin hayatımız için yararlı etkileri olduğunu tartışamayız. Yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının en önemli faydalarını D vitamini sentezi, çeşitli zararlı mikroorganizmaların yok edilmesi, psikolojimiz üzerine olan pozitif etkileri olarak sayabiliriz. Fakat bunun yanında bilinçsizce yanmak, cildin bronzlaşması için saatlerce güneş altında deriyi yakmak, sakıncalı olan öğle saatlerinde bile güneşte kalmak çılgınlık boyutuna ulaşmıştır.  Bronzlaşma tüm dünyada ve toplumumuzda sağlıklı bir görünüm ile ilişkilendirilse de dermatologlar için bronzluğun anlamı deri hasarı! Deri ne kadar bronz ise o kadar hasar almış demektir. Demek ki bu konuda bulduğumuz çözüm yanlış! Bence doğru çözüm; serinlemek ve dinlenmek için köy ve yaylalar tercih edilmeli. Sabah kuş sesleri ile uyanmak, gece saman yolundaki yıldızları seyrederken üşümek, çam kokusunu ciğerlerine çekip, oksijen ile cildi gençleştirip, kanı temizlemek, ormanda yürüyüş yaparken eklemlere, kaslara egzersiz yaptırmak daha sağlıklı bir serinleme ve dinlenme, daha güzel bir tatil değil midir?  
          Serinleten İçecekler:
          Köydeki evimiz yol kenarında olduğu için, gelen, geçen mutlaka selam verir, yolcular gölgede serinlemek için kısa molalarını evimizin önündeki oturma yerinde verirlerdi. Rahmetli babaannem mutlaka bir tas soğuk ayran ikram eder, yolcunun serinlemesini, dinlenmesini sağlardı. Güz çalışmalarında harmanda buz gibi ayran ya da kiren (kızılcık) suyu ilaç gibi gelirdi. Bu arada evlerimizde henüz buzdolabı yoktu ama soğuk su pınarlarımızdan taze olarak akardı. Fakat yine de gece balkona, bakır ibriklerle su konulur, öğle sıcağına kadar da serin bir yerde muhafaza edilir, buz gibi içilirdi. Bugün de en iyi serinletici içecek bence az tuzlu ayrandır. Hem su ve tuz kaybını giderir, hem de içimizi serinletir. Yayık ayranının tadını vermese de, biraz maden suyu katıp çalkalayıp içersek az da olsa bu tadı yakalamış oluruz. Maden suyunda bulunan mineraller de her zaman faydalıdır. Ayranı bu şekilde içmenizi tavsiye ederim, yalnız maden suyu çok ilave edilmemeli, uygun damak tadı için az miktarda ilave edilmesi uygundur. Su ise tartışmasız en iyi içecektir, su kaybını gidermek için bol bol su içilmelidir.
          Bu arada gençlerimiz açısından bu konuda içecek tercihi çoğunlukla kola (cola yazmayacağım) gazoz gibi gazlı, asitli ve şekerli içecekler olarak dikkat çekmektedir. Sindirime faydalı olduğu söylense de aslında mideye zarar verdiği, kemik erimesine yol açtığı, alışkanlık yapacak maddeler içerdiği ve sayılamayacak kadar olumsuz yönleri olan bu içecekler, içinde bulunan yüksek miktarda şeker nedeniyle içildikten bir miktar sonra tekrar susuzluk hissi vermektedir. Kişi susuzluğunu giderememekte, yeniden içmekte, sonuçta midesi patlayacak gibi olup, rahatsızlık yaşamaktadır. Yüksek kalori içermesi bakımından kilo aldırmasını da unutmamak gerekir. 
          Bazı gazete ve dergilerde gençler bira ve alkollü içeceklere özendirilmektedir. Güya bu içeceklerle daha çok serinlemek mümkünmüş gibi reklâmlar yapılmaktadır. Değerli okuyucularım, Almanya’da 01.08.2007 de yürürlüğe giren bir yasa ile alkollü içki satın alabilmek için 21 yaşını doldurmuş olmak gerekiyor. Bugünlerde İngiltere’de de alkolik çocuklar sorunu gündemin en önemli maddesi… Aileler bu ülkede de 21 yaşından küçüklere içki satılmaması yönünde kanun çıkması konusunda hükümete dilekçeler veriyorlar. Bizde ise 18 yaş sınırı olduğu biliniyor, ama 8 yaşındaki çocuğa sigara ve içki satışı yapılabiliyor. Denetim ve cezalar çok yetersiz, yetişkinlerimiz bilinçsiz. Hatta bazı tanıdıklarım çocuklarıyla birlikte içki içtiklerini, çok aydın! olduklarını iddia edip övünüyorlar. Bu vücut gibi, bu nesilde emanettir, emanetimize sahip çıkalım, kötü alışkanlıklardan koruyalım.
          STV’de Cem Kurtoğlu’nun hazırlayıp sunduğu, Geride Kalanlar programını seyrettim, bir genç kızın uyuşturucu illetinden ölümünü anlatıyordu. Gözyaşlarımı tutamadım, 15 yaşında fidan gibi bir evlat sigara ile başlamış; arkasından alkol ve hap, sonra uyuşturucu ve hazin ölüm… Hep ilgi, şefkat ve maneviyattan mahrum bırakıyor, ateşe atıyoruz emanetlerimizi!
          Spor ve Diyet:
          Yaz aylarında zayıf ve formda görünmek için yaşanan en önemli hatalardan biri de bilinçsizce yapılan spor ve kontrolsüz diyetlerdir. Zayıf görünebilmek için başvurulan yöntemler neredeyse çılgınlık boyutundadır. Haftalarca spor yapmayan bir kişi, birine imrenip, ya da gazetede yazan bir makaleye bakıp, spor giysilerini giyip mahalle aralarındaki parka koşup, çılgınca hareketler yapmaktadır. Sonra ya bir yerini sakatlamakta, ya da kalp krizi, baygınlık, şok gibi tehlikelere maruz kalmaktadır.  Spor mutlaka faydalıdır, ama her yaş, cinsiyet, kiloya göre, bir de vücudun yapısına uygun, bir spor hocasından, bir beden eğitimi öğretmeninden ya da fizik tedavi uzmanından görüş almak suretiyle bilinçli olarak spor yapılmalıdır. Bu mümkün değilse hiçbir sakıncası bulunmayan yürüyüş ve kısa süreli düz koşu tercih edilmelidir.     
          Özellikle, ergenlik döneminde genç kızlarımızın zayıflamak uğruna yaptığı bilinçsiz diyetler, ilerleyen yıllarda ortaya çıkacak büyük riskleri de beraberinde taşır. Kontrolsüz diyetin neticesi olarak ortaya çıkabilen osteoporozun (kemik erimesi) ciddi ve sinsi bir hastalık olduğu, zamanında teşhis edilip önlenmezse sakatlıklara, hatta ölüme neden olabileceği unutulmamalıdır. Diyet yapılırken de bir uzmandan görüş almak şarttır. Gazete sayfalarında yazan her öneriyi tatbik etmek, incelmek için akıl dışı yöntemlere başvurmak ruhsal bir sıkıntının olduğu ihtimalini düşündürür. Anne ve babanın çocuklarına özellikle ergenlik döneminde iltifat etmesi, çok güzel olduğunu sık sık söylemesi gerekmektedir. Böylece psikolojik olarak destek olunmalıdır.
          Manevi Hayatın Sağlıklı Olması:
          Dünyanın bir misafirhane olması, insanın ise az bir süre kalacağının anlaşılması, ayrıca Allah’ın birçok güzel isimlerinin tecelli etmesi gibi birçok hikmetler sebebiyle, hastalıklar ve musibetler sağlığımızı bozmakta; ölüm ise kaçınılmaz bir son olarak maddi hayatımızı sona erdirmektedir. Kısacık, fani olan bu dünya hayatımızı devam ettirmek, sağlıklı yaşamak elbette görevimiz, ama unutulmaması gereken bir görevimiz daha var ki; o da ebedi hayatımızı kurtarmak, daimi, lezzetli, saadetli bir ömrü kazanmak için çalışmaktır. Geçici, kararsız olan dünya hayatı, ebedi hayata göre, bir şimşeğin, güneşe kıyası gibi belki olabilir, hatta kıyas edilmez. O bakımdan manevi hayatımızı düzenlemeli, günahlardan kaçınmalı, ibadet ve dua ile temizlenmeli, Allah’a tevekkül ve sığınma ile güçlenmeli; manen de sağlıklı bir hayat yaşamalıyız.   
          Konuyu Yunus Suresi 31 Ayet meali ile bitirmek istiyorum:
(Resûlüm!) De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik (ve hakim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyle ise (Ona âsi olmaktan) sakınmıyor musunuz?

          Yani sizin âzalarınız içinde en kıymetdar göz ve kulaklarınızın mâliki sahibi kimdir? Diye bizleri düşünmeye, tefekküre davet eden Yüce Yaratıcı, bunların birer emanet olduğunu idrak etmemizi istiyor. Herhangi bir tezgâh ve dükkândan almadığımıza göre, bu lâtif, kıymetdar göz ve kulağı veren Rabbimizin emirleri doğrultusunda hayatımızı devam ettirmeli, emanette emin olmaya çalışmalıyız.

 
Bugün 15549 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol